SİZİ ÇİNGENE SANDIK!!!



Ramazan ayının yazın en sıcak günlerine denk geldiği 2010 yılında, sabahın 6’sında kalkmışız. Bir telaşla kahvaltı etmek adı altında ağzımıza bir şeyler tıkıştırmak suretiyle yola çıkmaya hazırlanıyoruz.

Sekiz tane çıtır kıvamında stajyer kızlar olarak, Adıyaman’daki ilk staj günümüz için heyecanlıyız. Bindik arazi araçlarına petrol kuyularını (atbaşı dediğimiz araçları) görmeye gideceğiz. Yolda geyikler dönüyor, gülüşmeler, şarkılar, her şey şahane. İlk inceleme alanımıza geldik. Faylar, dere yatakları, alüvyonlar vs. sürekli notlar alıyoruz, haritalarımızı işliyoruz. Saat olmuş 10 ve bedenimin her gözeneğinden ter damlaları geliyor resmen. Hava olmuş 38 derece, biz hala diyar diyar yürüyoruz. Başımızda hocamız, sağ olsun bize eğitim vermek adına o sıcakta oruç ağzıyla dünyanın arazisini gezdirdi, biz susuzluktan sızlandık. Yanımıza aldığımız erzak da saat 12 sularında tükenmişti.

Bir beldeye girdik acilen. Hemen bir bakkal bulup yağmalamaya başladık (o an ki alışveriş halimizi görseniz yağmalama kelimesinden daha doğrusunun seçilemeyeceğini anlardınız). Bakkal Amca bir demet aç kızı görünce hemen buzdolabının mermerine açtı ekmekleri, arasına da döşedi beyaz peyniri domatesi… Yürü ya kulum dedi. 3 saniye sonra her şey ortadan yok olmuştu. Tabi o zamana kadar bizi birkaç inek dışında gören olmamıştı. Bakkal Amca, biz hominigırtlak yerken(bizim oralardan bir deyim) tek kelime de edemedi. Sonra biz kızlarla kendi aramızda konuşunca duymuş bizi. “Aaaa ben kızları turist sanmıştım, e bunlar alacalı giyinmiş, anlamadım Türk olduklarını” demiş bizim şoföre. Mühendis olacağımıza inanası gelmemiş. Bir nevi turist de olduk tabi. Ama çoraplarını paçalarının üzerine çekmiş turistler…


Karınlar tok, susuzluk giderilmiş, hava olmuş 45 derece, asfalt erimiş (ki kullandığımız yolların hiç birinde asfalt bile yoktu), dağ taş toprak ela gözlü bir çöl ahusu edasıyla susuzluktan ağlayamıyor bile, ama biz görev insanları, arazi haritalamaya devam ediyoruz. Arabaya bin, iki kilometre git, arabadan in, gördüğünü çiz, arazi defterine not et, bilgilen, tekrar arabaya bin, bir kaç kilometre git, arabadan in şeklinde süregelen arazi gezimizi sevgili hocamız güzel bir yerde sonlandırmak istemiş olacak ki bir bahçeye gittik. Ama görün ki ne bahçe! 

Antep fıstığını dalından yeme şerefine nail olduk. Daldık mı bahçeye! Sekiz tane rengarenk giyinmiş, kafasında tuhaf eşarplar olan sırtlarında çanta ellerinde çekiçleri olan kızlar… Başlarında 4 tane Güneydoğunun sıcağından kavrulmak suretiyle tenleri kapkara olmuş adamlar… Uzaktan bir araç sesi gelir gibi oldu. Bir de bağırışlar filan. Gelip bizim daldığımız bahçenin önünde duran kamyonetten aşağı adamlar atlamaya başladı. Buraya kadar sıkıntı yoktu, ta ki ellerinde bize doğrulttukları tüfekleri görünceye kadar. Hocamız gitti hemen konuşmaya tabi. Adamlardan biri döndü bize “Korkuttuysak affola, sizi görmüşler, bahçenize dalan başında renk renk eşarplı kadınlar var dediler. Bahçeyi çingenler bastı sandık. Biz sizi çingene sandık. Buralarda çingeneler bahçelere dalıyor da mühendis hanım ablalar.” dedi. Şöyle bir baktım kendime, yanımdakilere pek de haksız sayılmazdı. Helal et amca dedik ve hadi hocam biz ufaktan kaçalım kampımıza... Gün sonu artık. Yolda hepimiz uyuyoruz. Kafayı kaldıracaksın da etrafa bakacaksın. Boş versene!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder